Türk vergi sisteminin adil olmadığına yö­nelik yıllardır yapılan eleştirilere kar­şın, her hükümet döneminde “vergide ada­let” sloganıyla vergi reformu yapılacağı söylemleri gündemden düşmemeye devam etmektedir. Bugüne kadar yapılanlar ise, ka­zancı olan herkesten vergi almak yerine ka­yıtlı olan herkesten vergi alınması olmuştur.

Vergide adalet ne demek?

Vergi yükünün adaletli bir şekilde dağı­tılması, toplumun vergiye ve vergi ödeme­ye olan bakış açısını da etkileyecektir. Gü­nümüz toplumlarındaki genel kanıya göre, vergide adaleti sağlamak için yapılması ge­reken “çok kazanandan çok; az kazanandan az” vergi alınmasıdır. Bunun neticesinde, bireyler arasındaki gelir ve servet denge­sizliğinin mümkün mertebe giderilmesi yanında, bireysel özgürlüklerin korunması da sağlanmış olacaktır.

Vergide adalet mümkün müdür?

Bireylerin, hukuki anlamda devletle olan ilişkisinin başında vergi ilişkisi gelmektedir. Bireyler, yaşamları boyunca gelir elde eder­ken, harcama ve yatırım yaparken, tasarruf­ta bulunurken sürekli olarak vergi hukuku­nun alanına girmekte, bunun sonucu olarak da vergi sorumlusu veya mükellefi olmakta­dır. Asıl olan, adil bir vergi sisteminin uygu­lanabilmesini başarabilmektir.

Ancak bu başarının önünde çeşitli engeller ve etmenler vardır. Bu engel veya etmenlerin başında ise, o ülkenin hukuk sisteminin uy­gulanmasındaki engeller ve siyasi yapısında uygulanan popülist politikalar önde gelmek­tedir. Bu iki engelin aşılması halinde, vergi­de adil uygulamaların hayata geçirilmesi çok daha kolay olacaktır.

Kayıt dışında kalanlar ve kayıt içinde olanlar

Ülkemizde, vergi sistemimizin uygulan­masında halen kayıt dışında kalan ciddi ge­lirler ve bunun sonucu olarak da ciddi ver­gi kayıpları devam etmektedir. Kayıt dışın­da kalmak bazen kısmi olabilmektedir. İlginç olanı ise, kısmen veya tamamen kayıt dışında kalan işlemlerin idarece bilinmesine rağmen bu kesimin kayıt altına alınmaması/alınama­ması neticesinde, bunların yaratığı kayıpla­rın kayıtlı olanların vergi yüküne dahil edile­rek vergi açığının kapatılmasıdır.

Uygulanan sistemin aksayan ve eleştirilen en önemli kısmı, kayıt dışında kalanlardan elde edilemeyen vergilerin kayıt içinde olan­lardan alınması olmuştur. Asıl olanı, devletin vergi gelirlerindeki açığı kapatmak yerine vergi kayıp ve kaçağının kaynağına inmesi­dir. Özellikle KDV sisteminin yürürlüğe gir­diği 1984 yılından itibaren ve ÖTV sistemi­nin yürürlüğe girdiği 2002 yılından itibaren harcama üzerinden alınan dolaylı vergilere ağırlık verilmeye başlanmıştır. Buna karşılık gelir üzerinden alınan doğrudan vergilerde beklenen başarı ise sağlanamamıştır.

Bugün değilse ne zaman?

Anayasamızın 73.maddesi’nde; “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gü­cüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Ver­gi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük­ler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldı­rılır.” ifadesi geçmektedir. Anayasamızın da emrettiği gibi, vergiler kanunla konulur, zorla alınır. O halde kanun koyucu bu kadar güçlü­yken ve elinde imkân varken neden vergi ada­letinde başarılı olunamadığı sorgulanmalıdır.

Mevcut vergi sistemimizde gelinen nokta­da, kayıt içinde olan ve düzenli vergisini ve­ren gerçek ve tüzel kişiler, karşı karşıya ol­dukları ağır vergi yüklerinden dolayı ver­gi idaresine karşı kırgınlık hissetmektedir. Devletten beklenti haricinde, kayıt dışında kalıp hiç vergi vermeyenler ile indirim ve istisnalar nedeniyle kısmen vergi ödeyen­ler kayıt içinde olup düzenli vergi verenlerin sabrını zorlamaktadır.

Türkiye, 20 yılı aşkın bir süredir siyasi yönden güçlü bir hükümet ile yönetilmekte­dir. Toplumun bu hükümetten beklentisi ise, vergicilikte “radikal” denilebilecek yasaların çıkarılarak uygulamaya konulmasıdır. Ve­ya maliye bürokratlarının önerdiği köklü ve önemli vergi düzenlemelerinin siyasi engel­lere takılmadan hayata geçirilmesinin önü­nün açılmasıdır.

Son söz; adil bir vergi sistemiyle sağlanacak adil gelir dağılımı, ülkenin siyasal ve sosyal bir­çok sorunu da çözüme kavuşturmuş olacaktır.

 

Talha APAK | MEVZUATIN İÇİNDEN

KAYNAKÇA: www.dunya.com